yedi





Altımızda yedi kat daha var mı dersin? Peki yerin yedi katında herhangi bir yerde yerimiz var mıdır? İyilerden kötü , kötülerden ise biraz daha iyiyiz. Her yer siyah beyaz ; bize göre bir yer yok, gri yok görmüyor musun? Sahi diyeceklerimizi ne zamandır susuyoruz ki biz birbirimize? Sağır olduğumuz zamanı hatırlıyorum da dilsiz olduğumuz zaman hangisiydi? Cevap versek birbirimize ya da biri bize tüm cevap anahtarını verse. Herhangi bir dilde… Sözlükler var nasıl olsa, üşengeçler için çevirmenler var sonra. İşe yaramayan her şey var da cevaplar nerde?

Üstümüzde yedi kat daha var mı dersin? Peki göğün yedi katında herhangi bir yerde yerimiz var mıdır? Sırtım göğsünde uyuduğum geceler saymak aklımıza gelmedi mi kaçıncı kata yükseldi mutluluğumuz zevkle? Yanılıyor olabilir miyiz cehennemlerin gökyüzünde olmadığını düşünürken ya da yanılıyor olabilir miyiz cehennem olduğu konusunda?  Cevapları kaçırıyor olabilir miyiz soruları sorarken ya da uykumuzu kaçırıyor olabilir mi bunca soru?

yanlış durakların en sonuncusu





Israrla sordu seni uykudan uyandıran bir acı mıydı diye . Beni uykudan uyandırabilecek pek  de fazla bir acı yok bu hayatta diyemedim. İnsanın diş dokturuyla felsefe yapmasını engelleyecek gizli yeminler var  en nihayetinde ve biraz düşünecek olsam bence bu yeterince acıtırdı canımı. Hayat ağzınızın tam ortasına açılan bir boşaltım sistemi diye bağıran düzinelerce filme karşı hala öğrenememişim acı çekmemeyi ama dedim ya yine de epey az. Alkolü azaltmaktan daha kolay üstelik.  
Bizimkisi halsiz bir arsızlık. Gelmişini geçmişiyle ters yüz eden  bir küfür, yemeğine şap atılmış bir jigalo.  Onursuz bir sefalet yani. Bizim insanlıktan nasibimizi hep başkaları almış, biletlerimiz dolu koltuklara kesilmiş. Acısı omurgasını sızlatan yumuşakçalar gibiyiz. Aynaların önünde çırılçıplak soyunuyoruz oysa kırılınca en önce sırlarını kaybeder aynalar. Sefalet denilen işte tam da bu.

bazı şehirlere yukarıdan bakmak ukalalıktır






Aklımda tutmam gereken bir sürü isim. Zihnimde yer açmak için önce kendi adımı unutuyorum. “Ne çok tanrı var beni boşverin” diyemiyorum.  Kendine tanrı rolü biçmiş herkesin en çok anlamadığı insanım. Bense denizi olan şehirlerin neden bütün yollarının denize çıkmadığını anlamıyorum ve bu yollara bazılarını hiç duymadığımız insanların isimlerinin verilmesini. Bir şehri hayaletlerin sırtına kurup gerçeğin daniskasını yaşama isteğimizi. Anlamadığı ne çok şey var insanın. Buna rağmen ne az soru soruyoruz ne az konuşuyoruz tanrım.

Aklımın kuytu sokaklarında binlerce soruyla yaşıyorum üstelik bu sokaklara verecek kadar isim de bilmiyorum. Hepsi birbirine karışıyor sokakların, çıkmaz mı yoksa sonsuza mı gidiyor belli değil. Bir kişide çıkıp bağırmaz suratının tam ortasına. Cesareti çatılardan atlamak sanıyor insanlar üzülüyorum tanrım. Işıkların herşeyi görünür yaptığını sanıyorlar, ışık gözlerimizi kamaştırıp gerçeği gizleme sanatıdır, insanlar sanattan hiç anlamıyorlar. 

birilerinin surra kadem bastığı bir gecede




Korkuyorum  Aylin. Takip ediyorlar beni sokaklardan korkuyorum. İçime içime atıyorum adımları istemiyorum dışarı çıkmak. Hem kimseye de anlatamıyorum ki be Aylin. Deli diyecekler bana anlatamıyorum. Sen beni bilirsin sokak kedisi gibiydim ben evlerde yaşayamazdım çatısı olan hiçbir yerde nefes alamazdım ama şimdi nefessiz kalmak üzereyim ama ödüm kopuyor diyemiyorum.

Ölmekten değil öldürülmekten korkuyorum Aylin. O kadar çok maktül gördüm ki, arka sokaklarda değil üstelik. Daha bir ay önceydi  bizim Miço’yu vurdular. El kadar bebeydi boyu ermezdi balkonun trabzanına. En son o gün çıktım sokağa Miço’dan sonra sıra bana geldi takip ediyorlar biliyorum Aylin. Miço’nun gidişinden birkaç uyku önceydi hani bir kadın vardı satardı kendini geceye onu  da buldular ha bu bizim ön sokakta. Yüzü yokmuş be Aylin katiller aldıkları yüzleri ne yaparlar? Aklım almıyor. Ondan da önce biri daha çıktı. Kimliği falan yok dediler, üzerinde elbisesi bile yokmuş ki. Cesetler de üşür mü ki? Elbiseleri yok  diye ya da kimlikleri…

Sen bilirsin bunların hepsini sahi seni ne zaman almışlardı be Aylin? Sessiz sedasız nasıl ölünür? Bağırmadın mı avazın çıktığı kadar, duymadı mı koca şehrin ruhu? Merak ettiğimden de değil ya. Nasıl dayanır ki insan bunların cevabını duyarsa, düşünürse. Unuttular sizi Aylin. Aynı kaldırıma kaç farklı bedenin değdiğini unuttular. Çok korkuyorum ölürsem beni de unuturlar.

şiirbozan



İçime dolup boşalan havayla sahneler gözümün önünde ardı ardına yıkılıyordu. Yapmayı kendime iş edinemedim ben hiçbir zaman ondandır ardım hep enkaz. Hani şiirleri hep sevdim de şaire düşman kesildi içim. Bir de bekledim. Kaybolan bavulları toplamak için otogarlarda bekledim hep. Ben hep soysuzdum seni kandırdım tanrım. Hem de soysuzluğuma amin diyecek kadar soysuzdum.Hangimizin kazandığını bilmek için zar atamazdık ya. Şehirlerden nefret ettim insanlığın insaniyetten uzak kokusu sindi diye, yine de ağzımı kaldırım grisine boyadım ve konuşmasını en çok istediklerimin dudaklarına dayadım dudaklarımı.

İçimde yıkım seven,kaos seven bir çocuk. Çocuğun özünün salt zulüm olduğunu anladığımız gün dışımızı zeytin dalları bastı. Dengesizliğimize terazi biçti tabiat. Bugünlerde üzerime biçilen ne çok şey vardı oysaki. Hangi kaldırımlardan geçtiysem orada kaldılar, bazıları öptüğüm dudakların kenarında uçurtma kuyruğu.

yol



Demirin bir başka demire sürterek çıkardığı ritmik ama mekanik bir ses içinde düşüncelerimi kaybediyordum. Kaybolan düşüncelerimin asıl sebebi arkamda bıraktığım upuzun yoldu biraz da. Yol arkamda uzadıkça içinde bulunduğum tren de uzuyordu sanki. Bulutlar bizi tanrının katından ayırmak için bir örtü gibi üzerimize serilmişti, yeryüzünde olduğumuzu kanıtlamaya yetecek sözcüklerimizse zaten yoktu. Bir yerlerde sıkışmış, bitmeyen bir yolun yolcusu olmaya adamıştık kendimizi. Aklımızda kalan birkaç düşünce parçasını da silecekti yağmur eğer bu demirden kutunun içinde olmasaydık. Yağmurun şimdilik yapabildiği tek şey camda birleşen damlalarla çiçekler oluşturmaktı. Şeffaf bir çiçek tarlasının içinden tanrının katını görebilmek için gözlerimizi bulutlara dikmiştik son kez. Suyun içinden geçerken kırılmış,  renklerimize ayrışmıştık ve hangi rengin bizi daha önce terk ettiği düşüncelerimiz kadar anlamsızdı artık. 

kar küresi



Söylemek istediğim çok da bir şey kalmadı aslında hayat. Susup vakit öldürüyorum, içimde ölen şeylerin öcünü vakit öldürerek alıyorum işte. Hesaplaşmam da kalmadı, gözlerimi kapadım, biraz sağır en çok da dilsizim, bir kaç yarım sigaram vardır belki dumanı tüten hala, içimde tuttuğum soluğu bıraksam onlar da dağılacak.


Yitik sayılmam ama var olduğumu söyleyebilmek yine de büyük cesaret. Maskeli balolardan nefret ederken en gizemlisinde ev sahibi olmuşluk var bir de. Beni en çok üzen de bu aslında. Bilimin yüzüme vurduğu, sanatın benden köşe bucak gizlediği her şeye nefretim var biraz da. Ama uyuyacak olsam her şeyi unutacağımı bildiğimden, nefretim sabun köpüğü… Akıl karıştıran sorulara cevap bulmak heves işi…


Aldığım nefesleri sayıyorum, bu benim intihar şeklim. Bildiğim sayılar bir yerde bitecekler, derin derin nefes alıyorum…  Sayıların bittiği yerde bitecek her şey. Nefes almanın çok da mühim olmadığını bir kez de kendime kanıtlamalıyım artık. Ama bazen aklıma o kadar çok soru geliyor ki sayıları karıştırıyorum. En son ne zaman yağmurun altında ıslandığım önemli mesela, o adam beni hiç sevmiş miydi  ya da bir gün sever miydi, bir de delilik bana yakışır mıydı bunların hepsi önemli.  


Camın buğusuna yazıyorum soruları, yazabileceğim cevaplarsa henüz yok. Aslında cevap diye bir şey yok sadece eskilerini unutturan yeni sorular var, bir de sormaktan sıkılıp unuttuklarımız.  Yer çekimi var bir de ama o  şu an sadece dışarıda yağan karı ilgilendiriyor.  Benimse karda birlikte yürümek istediğim bir adam var. O da sevmez yer çekimini. Hayatımızı ayağımızın altındaki kardan ayırt edemeyiz  yan yana yürüsek şimdi. Hep düşeyazılan anlar dolu ceplerimiz, ama aynı anda düşmeye kalksak belki ellerimiz birbirininin içine düşer. Aklımda tutmaya çalıştığım sayılar, yer çekimi bir de bir adam var.