susmak




Ne kadar kolaydı aslında bildiklerimi anlatabilmek. Bir saatin tik takları gibi ard arda sıralayabilirdim sözcükleri. Zor olan lanet olası bir saate katlanabilmekti. Ritmik bir tükenişin içinden geçip gitmesine izin vermek.
Sigara dumanına bir de bir karış havadaki aklımıza hükmedemeyen yerçekimine teslim olup bir masanın iki ucunda sadece abartmak için sonsuzluk diye tanımlayacağımız bir süre boyunca her şeyi anlatabilirdim sana. Sıradan bir ses tonuyla kendi kendime konuşur gibi belki,her gün acımadan harcadığım kelimeleri bir kez daha acımadan kurban edebilirdim. Ve eğer düşüncelerimizi çakıştırabilseydik birbirimizi yok etmek pahasına bile olsa anlaşabilirdik.
Yaşadığımızı hissedebilmek için her seferinde zoru seçen insanlardan olmasaydık biz de akreple yelkovanın  etimize her seferinde biraz daha saplanışını huzurlu bir hissizlikle kabullenebilirdik. Sıradan olmanın dayanılmaz hafifliğini yadsıyacak kadar aptal olduğumuzu söylediklerinde kendimizi savunamayacak kadar beceriksizdik üstelik. Ve tam da o an, yanlış olmakla yanlış anlaşılmak arasında bir fark olmadığını bilecek kadar da dahi.
Kelimelerde karşılığı olan tüm her şeyi anlatabilirdim sana usanmadan ve asırlarca. Ve  bunları anlattıktan sonra bilmen gereken tek gerçeği söyleyebilirdim: ‘’ tüm bunların hiçbir önemi  yok.’’ Dünyanın sonunu göremeyecek olmamızın veya dünyanın tam da sonu olduğumuzun hiçbir önemi yok,  kara kedilerden neden korktuğumuzun, beyaz kedileri niye sevdiğimizin, hiçbir şeyin bir önemi yok.
Yaşadığı hayatın bir rüya olduğunu anlamayan tüm herkese uyumanın ölüme değil  doğuma yakın olduğunu anlatabilirdim. Yanan  bir ormanda ağaçtan önce yangının canının acıdığını anlatabilecek sözcüklerim vardı.  
Susmanın konuşmaktan  daha büyük bir erdem olduğu öğretilmiş ama bunun bir yalan olduğu söylenmemişti . Kullarından çok zamanın yanında olan tanrıya küsmüş ve konuşamamıştık ve şimdi ifade edebileceğim her şey bir tik tak dizisi halinde yok olup gidiyor.