serseri



Çocukluğuna ihtiyar kalmış bir serseriydim ben
 Rüyamda yağmurdanadamlar yaptım kaynar sulardan
Çamurdan şehirler kurup yerle bir ettim hepsini bir de
Kuşların kuyruklarına tenekeler bağlayıp bulutlara saldım
Bulutların gözüne kaçan kuşlar yüzünden burada yağmurları hep ben yağdırdım

Sen gelmeden az evvel ben tam da bir uçurtma kadar serseriydim sevgilim.

Babamın yazdığı kitabın sayfalarından kılıçlar yaptım
Evin perdelerini tutuşturup evde ejderha olduğuna inandırdım herkesi
Hanselle gratelin ekmeklerini kuşlara  verdim  aç kalmasınlar diye
Mutsuz biten masallar yüzünden burada tüm çocukları hep ben ağlattım

Sen gelmeden az evvel ben tam da bir uçurtma kadar serseriydim sevgilim.

Körebe  oynarken zeus’a çelme takıp  şimşeğini çaldım
Gözlerimi yummadan saydım sayıları
Saklambaçta sobeledim tüm tanrıları Nietzsche’ye kafa tuttular diye
Tüm tanrılar oyun dışı kaldı diye burada tüm insanları cehenneme hep ben gönderdim

Sen gelmeden az evvel ben tam da bir uçurtma kadar serseriydim sevgilim

içsel kırıntılar

Hadi konuş biraz benimle korkuyorum sessizlikten.  Ya da sarhoş et beni, adımı unutacak kadar çok içmedim ben hiç. Bir şarkı seç benim için, hiç Vivaldi dinlemedim mesela. Tek bir sayfa da olsa kitap oku bana, en sevdiğin yazarın tek bir sayfasını oku, sevdiğin satırları ezberlemek içime bir parça sen katardı. Bir sigara yak benim için.
Bense odanın duvarlarına yazdım her şeyi. Bir filmde görmüştüm sanki, o kız gibi aforizmalarımın içinde boğuluyorum. Hiçbir şeyden emin olamadım. Bir şeyden emin olmak fazla büyük bir iddiaydı benim için.
Odanın duvarlarını en sevdiğin renge boyayalım, ya da sevdiğin yemeklerden yapalım. Senin bir şeyleri sevebildiğini görmek umudumu ayakta tutuyor, sonrası sadece sıra beklemek.
Benim için bir şeyler yap bugün, benimle birlikte ağla hadi. Saçma olduğunu bilsen de sadece tek bir anı paylaşmış olmak adına yap bunu. Ayaklarımız bedenimizi taşıdığı sürece koşalım seninle aynalara doğru kırılacağını bilsek bile. Şu an hiçbir ayna benden daha kırılgan ve hiçbir suret gölgesinden daha karanlık olamaz. Yazdığım kitabın son sayfasını da tutuşturmak üzere alevler ve ben Martin Frost’tan ötesi olmadığımı şimdi anladım.

haydi sizde yardım edin

işimiz hep edebiyat olacak değil ya hem doğanın canlıların yok olmaya yüz tuttuğu bir dünyada edebiyat neyden beslenebilir ki.çok kolay hadi aşağıdaki linke tıklayıp bir yavru balığı daha denizlere geri döndürelim

                                  http://bit.ly/j1RQoY

gecenin gölgesi olmaz



Gecenin şahdamarının koptuğu o andı. Hani tüm sevişmelerin başlangıç anı. Aklımız ölesiye karışıktı dün geceden kalmıştık ya da dün geceden bize kalanların ağırlığıyla ezilmiştik. Çok da önemli değildi sanki. Bir alfabenin tüm harflerini kullanarak bulmuştuk adımızı. Oysa bir denklem kursaydık çok daha kolay olabilirdi her şey. Yalnızca x ve y…

Çok daha kolay olabilirdi her şey eğer ikimizde bir ömür yaşamamış olsaydık. Eğer Ademle Havva’nın o elmayı yemesini engelleyebilseydik belki cennette bile olabilirdik. Ya da ispiyoncu meleği bulabilseydik.
Bizden saklanan o büyük sırra erişmiş ve onu birbirimizin içine gömmüştük bu gece. Eğer bir nebze cesaretimiz olsaydı onca şarap kanımıza karışmadan yapardık bunu. Ya da kim bilir belki de cesaret o kadar şarabı içebilmekti.

Bu gece bir şey söyledin bana, muhtemelen bir çok şey söyledin ama aklımda sadece bu kaldı:’’bütün bildiğim bu: ayaklarım kederdir burada,zambaklar kadar etmiyor sözcüklerim.’’ Kendi sözlerinmiş gibi söylemiştin bunları oysa ben Bukowski’nin sözlerini sağır olsam bile tanırdım. Öylesine güzeldin ki bunu söylerken bozuntuya vermedim o yüzden.

Apartmanın soluk sarı ışığında çok hastalıklı görünmüştük birbirimize, adına her ne deniliyorsa, bu çağın hastalıklı birer kopyasıydık, tedavi için yaklaşmadık birbirimize öyle bir arayışımız olmadı. Arayışların anlamsız olduğunu sen mi söylemiştin yoksa bir yerde mi okumuştum bilmiyorum.

Isınan karanlık yükselmiş ve beynimize dolmuştu. Bir ana fikir oluşturmaktan çok uzak, kalakalmıştık karanlıkta. Yıkılan bir şeyler vardı biz bu gece onu bulmalı ve mutlu olmalıydık sabah olmadan önce. Hoş yıkımının mutluluk getirdiği tek şey Berlin duvarıydı gerçi.

Bir film izleyelim beraber belki o zaman hatırlarız unutulmaya yüz tutanı.  Ama önce unutulmaya yüzü tutan sayısız migrenli gecenin hayaletinden koruyacağına söz ver.  Renklerden korkmazsan eğer  bir Noe filmi olsun. Hangi filmden bahsettiğimi anlayacak kadar çok tanı beni bu gece.

Yıllardır birlikte yaşadığımızı düşünecek kadar çok tanı beni bu gece, nasıl olsa sabah mutlu ve birbirimiz tanımayacak kadar ayık uyanacağız.


sineklerin tanrıçası



‘Ayrılık insanı her dilde aynı şekilde mi acıtırdı?’ Günlerdir içinden çıkamadığı sorunun cevabı hiç önemli değildi aslında. Cevaplar düşünmek onun boş zaman aktivitesiydi. Ha bir de boş beyaz bir kağıda üçgenler çizmek.
Akrep yelkovanı 5 geçiyordu yani zaman da önemli değildi onun için. Zaman göreceli bir şeydi zaten. Böyle boyundan büyük laflar söylemeyi severdi, kitapları da bu yüzden severdi zaten. En güzel cümlelerini onun yerine birileri kurmuştu. O yalnızca zamanı gelince tüm sözlerini geri alıyordu onlardan.
O gittiğinden beri tek kelime yazmamıştı. Beyninde kopan fırtınalar içindeki boşlukta yol alıp eline ulaşamıyordu. Oysa ne çok isterdi kopan fırtınaları bağlayıp, onun yanında uyumayı. Hem o zaman yazacak daha çok şeyi olurdu belki.
Düşündü ki, bir çimen olmadığı sürece filleri çok sevimli bulabilirdi  ya da bir cüce kim bilir? Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık onun fikri değildi nasıl olsa.
Alice ‘in harikalar diyarında şu an hangi mevsimdi? Bir de pamuk prenses elma sevmeseydi masal nasıl biterdi acaba?
İçi boş kadının beyninde tüm bu saçma sorular aynı anda beliriyor, büyük bir hızla çarpışıyor, bir başka saçma soruya evriliyorlardı.
Peki ben tüm bunları nereden mi biliyorum?
-Benim görevim bu
Ben kim miyim?
İşte bunu ben de bilmiyorum.Siz yine de bunu duymamış gibi yapın.

son bir an



Yırtık converseleri vardı kızın, kısacıktı saçları. Ayaklarına bakıyordu. Gözyaşlarının sesi, duymak istediği son şeydi. Biraz sineztezikti belki de. Hüzünlü şarkılar dinlettirirdi gözyaşları ona ve o an istediği tek şey bir nefeslik sigaraydı.
Sıraladı gözyaşlarını çocuk. Kayan yıldızlarla başlardı her şey. Ve sonra… Bir yıldız kaydı, kızın yüreğinden çocuğun ellerine. Anılarını sildi mendillere çocuk yere düştüler yavaşça.düştükleri yerde bir anı oldular. Biraz gökyüzü, biraz yıldız, çokca kelime… Kalbin levhasında kaç kilometreyi gösteriyordu ayrılık.
Biraz intihar vardı aklında, biraz Hemingway vardı. O an aynada görseydi kendini belki kaçardı buğulu gözlerinden. Ama bir kız gibi yaşamazdı o. O yüzden aynası yoktu çantasında, oğlanın gözlerinde görmeyi severdi kendini. Oysa şimdi aynaları kırma anıydı.
Gözlerden düştü aynalar mendil gibi anı oldular düştükleri yerde. Bir süre sonra fark etti gözyaşlarının söylediği şarkıyı kız. En başından beri tanıdıktı zaten: ‘’fairytale gone bad’’. Severdi oysa masalları. Masallarda yaşardı, peri kızı değildi oysa. Eğer öyle olduğunu söyleseydi oğlan inanırdı ama.

lanetli kadraj



Kuyuların içinden gelen çığlık çığlığa sessizliklerle hayat bulan ölü gelin. Karanlıkların kraliçesi. Yola çıkılmıştır bir kere. Ölü gelin bir gelinlik gibi toprağı sürüyerek peşinden yola çıkmıştır. Kulaklarında baykuşların çığlıkları, ellerinde hayat denilen kısır döngüye nefret olarak tuttuğu boş kadehler. Yol birazdan bitecek. Bir ritüelle düğünü yapılacak ölü gelinin, boş kadehlere hayatın kanı akıtılacak ve düğünün şerefine kaldırılacak kadehler, ve az sonra kurumuş bekaretini kaybedecek ölü gelin. Ondan önce ölmüş olan çocukları doğacak yeryüzüne. Kadehlere doldurulmuş olan hayatın kanından sürülecek her bir doğanın alnına. Cleopatra maskeleriyle doğmuş olan toprak çocuklar ilk lanetlerini Amon’a edecekler. Lanetli olduklarını unutup lanetleyen tanrılara kurban verilecekler. Kurban  çocukların üzerine Amon’un güneşi yükselecek birazdan. Kuru odunlar gibi tutuşup cehennemin şimşeğini çakacak çocuklar. Tutuştukları an yedi melek de kanatlarından olacak. Kor olmuş kanatlardan ejderhalar oluşacak. Son melek kanadı da yandığı zaman geldiği yolun dönüşünü görecek ölü gelin, yollar boyunca doğanlar tekrar toprak olurken düşen kanatlar toprağı Amon’un lanetinden koruyacak. Bu kez lanetlenen lanetin ta kendisi olacak.

çünkü


Sus! Konuşman yersiz bir saçmalık. Söylenecek bu kadar çok şey varken konuşmak büyük aptallık. Hem daha bitmedi ciğerlerimdeki son nefes, onu harcamak için daha çok erken. Kapat gözlerini bu film sana göre değil, onu izleyecek kadar çok yara almadı daha kalbin.Bu savaştan galip ayrılacak kadar çok yenilgi görmedin sen. Bir bebeğin doğumunu görmedin ki,görmedin ki ölebilesin.
Hem daha küçüğüz biz kavga etmek için daha kaç tane kalp tanıdık ki elimizdekileri kıralım. Daha kaç tane tabak kırılacak ki duvarlarda  öfkeyi dindirmek için. Birlikte uyuyup rüyalar görmedik ki. Hala dolu kadehlerimiz daha sarhoş olmadık ki kusalım içimizdekileri.
Daha dün birlikte ıslanmıştık yağmurda saçlarımız henüz kurumadı ki birbirimizi tanımıyormuş gibi davranalım. Sus! Bir yorum yapmak için çok erken daha kötü kalpli cadının elinden yenilmedi en kırmızı elma. Çok geç oldu gitme. Parmaklarım karıncalanmasaydı senin için zamanı geriye alırdım ama şimdi çok geç oldu gitme.
Sus! Çünkü konuşman yersiz bir saçmalık…

körebe



Söndürün ışıkları bu sahne bana göre değil. Maskeli oyunlardan oldum olası nefret ettim ben.
Saklanarak oynanacak madem son oyun, madem maskeler olacak suretlerimiz, söndürün ışıkları ve başlasın oyun. Oynayanlar kadar, izleyenler de saklansın farklı suretlerin ardına. Sonra, tüm maskeler takıldıktan sonra soyunsun tüm insanlar. Çırılçıplak yalan kalsın ortada, en yalın haliyle yalan bir oyunun galası yapılsın. Devekuşu misali salınsın oyuncular sahnede, yüzler maskelerin ardında bedenler ise tüm gerçeği ile ortada. Sonra oyunun ana fikri sorulsun tüm yalana sığınmış izleyicilere, bir çoğu amacından farklı şeyler söylesin oyun hakkında, bazıları sözcüklerine de maske takmış olsun, konuşmasın ve biri çıkıp desin ki; ‘’ mahrem olan yüzlermiş bunu gördüm tüm çıplaklığıyla.’’ Susanlar içlerinden ne kadar haklı desin, konuşan diğerleri memnuniyetsiz bir sesle hayıflanmış olsun.
Perde kapansın, bitsin tüm yalan, maskeler koltuklara bırakılsın, boşalsın tüm salon, bir başka seansa kadar bitsin bu körebe oyunu. Ve oyun bittiğinde herkes fark etsin ki; hiçbir kıyafet yok ortada, sığınacak yalan kalmamış, maskeler salonda bırakılmış, ışıkları kim yaktı, söndürün şunları. Ayyuka çıkan yüzler son bir umutla bir parça yalan arasınlar. Bu yalan oyuna sufle veren ben çıkageleceğim o zaman, sesime de yüzüme de maske takmayan ben. Son repliği ben söyleyeceğim sizlere:
Gördüm sizi, körebe… 

intihar öncesi yolun sonunda



Dönemiyorum senden. Hiç yürüyemediğim ayaz yokuşlarının dönüşlerini bilmiyorum. Labirentlerinde kaybolmak ayaklarımın intiharı olur. Ama acı çekilmeyen intihara intihar olmak yakışır mı? Kuzgun gecelere küskün saatler ekerken ben, güz günleri yağarken yaz’ıma, gözyaşlarımla yıkarken güneşi buharlaşan yollar közlüyor kalbimi.
Küfrün ağzına sakız olmuşken bu yerin dibine doğrulmuş yokuş, inişim çıkışıma,ölümüm tadıma karışmışken,bir de bu kadar içmişken, bir de inadına sarhoş olamamışken, bir de ay çalmışken gölgemi benden, intiharlarıma sebep, dönüşlerine yol, rakıma su aramak bir taş daha koyuyor çin seddime.
Yolcusuz trenin,trensiz istasyonun, istasyonsuz kalbin, kalpsiz şehrin, şehirsiz haritanım şimdi. Tüm pusulalarda kuzeyin göbek adıyken ben, sen pusulanın ibresini bile göremeyen bir eskimosun.
Şimdi güneş eritirken iglonu, üzerine düşen her damlanın şıpırtısı geri versin ayın çaldığı gölgemi bana. Gölgem yol olsun, yollar sana olsun ama ben sana gelemeyecek kadar intihar etmiş olayım.

vavien



Boş ama bir o kadar da benle dolu bir ev.Kendim bir odada ben bir başka odada. Aramızda bir vavien. Ben yaksam kendim kapatıyorum, kendim yaksam ben kapatıyorum. Daimi bir karanlık yani. Olsun! Ateş böcekleri yeter bize. Yaralarımıza ateş böcekleri üşüşünce aydınlanırız. Yanarız belki, yaralarımız dağlanır. Yaralarımızdan çıkan duman evin koridorlarında el ele tutuşur. Ateş böcekleri avuçlarımıza hapsolur. Parmaklarımız parmaklık olur. Ruhumuz özgür kalır, ben kendime dönerim, kendim bana. Bir ateş böceğinin bedeninde bir oluruz.