susmalarda boğulma

Sen uzun yoldan gelmişsindir de hani ben ölümüne yorgunumdur. Kapıyı bile açamam sana. Hani biz birbirimizle konuşurken, uçurum gibi sessizliklerde boğulmuşuzdur. Sonra sessizliği dağıtmak için birer sigara yakmış, kendi dumanımızda boğulmuşuzdur.
Geceleri oturmuş bir çekyatın iki ayrı ucuna sen televizyon seyrederken ben uzaktan kumandayı seyretmişimdir. Çekyatın da hayatımız gibi şekli bozulmuştur. Senin oturduğun yer çökük, benim oturduğum yer biraz daha çökük. Ben yalnızlıkla birlikte daha ağır basıyordum. O çekyatın orta yerinde birleşip dokunmalarımız olmadı, oysa ne çok gelirdi sevişmeler.
Ben gidip perdelerini çekerdim odanın, kainatın tüm lanet canavarlarını toplardım başıma,duvara vuran gölgelerde sana savaşlar açardım, savaş tanrısını bile çağırdım o savaşlara. Tüm lanetli canavarlar ve tanrılar buradaydı, sen içerde seni bekleyen savaşı bilmeden, savaş filmi izliyordun hala. Zeus’un verdiği şimşeği hala gardrobun ikinci çekmecesinde saklıyorum. Bir gün cenk meydanına çıkacak bu aşk o gün için bir çeyiz gibi saklıyorum o şimşeği.
Akşamları masanın ucunda birleştiğimiz yemekler geliyor aklıma. Birleşmek? Sen iskemleyi çekip oturur, ben yemekleri getirir, tam karşına bir sanık gibi otururdum. Neden yargılandığımı bilmezdim ama cezam hep müebbetti, müebbet bir sessizlik. Ne ironik gelirdi bana müebbet ile muhabbetin tınısındaki benzerlik. Sonra susuz rakılar konulurdu bardaklara, su bardakları hep boş kalırdı. Biz rakımızın ardından boş su bardaklarından tatsız bir aşkı yudumlardık. Sonra rakılar dibini bulurdu, yargım biterdi, biz yatağa girerdik. Aramıza parmaklıkları çeker, beni dışarıda bırakır, bani içeri hapsederdin.
Bu aşkın sarhoş kişileriydik biz. Sarhoşluk ne yakışırdı aramızdaki anlamsız boşluklara. Promili yüksek bir ilişkide şeritlerinden çıkararak arabalarımızı, dolu dizgin gidiyorduk. Bir gün bir yerlerde çarpışan arabalar olmaktı niyetimiz. Momentimizi ayarlayamayıp çarpışmalıydık. Birbirine kaynaşmalıydı yoldan çıkardığımız aşk.
Karanlığına alıştığımız bu ikili yaşamın güneşi hiç olmadı mı diye çok düşündüm. Oldu aslında. Geceleri uykunda geceden kara saçlarıma değerdi dudakların. Uykuda gelen aşkından nefret ettim hep. İşte o zaman gardrobun ikinci çekmecesine uzanırdım. Lanet olsun  yataktan hep çok uzaktı o dolap.
Bir gün konuştuk, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Artık sular köprünün üstünden aşmaya başlamıştı. Biz su seviyesinin altında kaldık, bu aşk ortalamanın altında kaldı. Hiçbir çan eğrisi kurtaramazdı artık…


bu yazının dinlengeci: bat for lashes- what's a girl to do http://fizy.com/#s/1lx4kt

2 yorum:

  1. Bu yazında da bat for lashes eşliğinde ütopya da bugün vizyona giren bir filmin fragmanını izledim.Peki filme ne zaman gidiyoruz?

    YanıtlaSil