sanrısal tutunuşlar






Zamanın ipini kaçırmıştım yine,aslında zaman diye bir şey yoktu. Olsa olsa zamansızlık var olabilirdi. Her şeyin tezatıyla var olduğunu söyleyen kitapların yalanlarıyla büyümüştük.

Zamansızlığımı gömdüğüm bu barın lanet olası taburelerine benim dışımda müptela olan tek şey tahta kurtlarıydı. Ve sarhoşken bu yüksek taburelerden inmek hep intihar gibi gelmiştir. Unutacak kadar içebilmek ama yine de evi bulabilmek için oturduğum her masadan kalkışımda unutabilmek için az, evin yolunu bulabilmek için çok geliyordu içtiklerim. Ayılmakla ölmek arasındaki farkı hiçbir zaman anlayamadım. Eğer şanslıysam ve o gece inebilmişsem tabureden yola çıkıp arabaların farlarına doğru yürürdüm. Beni unutamazlardı artık, bir korkuyla kanlarına karışmıştım, ölümü benden daha çok hissetmişlerdi, cehennemi gördüklerine iddiaya bile girebilirim. Ve sanırım şu an burada gülmeliyim. İçinde yaşadığı cehennemi fark etmeden tanrılara ve onların cehennemlerine inananlara gülmeliyim.

Tüm hayatımı rüzgarlı havada bir mumu söndürmemek için uğraşarak geçirdiğimi düşünüyorum da, kim uyanıkken kabus görmek ister ki? Bu sadece bir film sahnesinde çekici ve sanatsal durabilir ve sadece 12 dakika katlanılabilir evlat inan bana.

Okuduğum kitapların tümünü üst üste koyup kendimi boşluğa bırakmak istiyorum. Acaba ne kadar yüksekten düşerse ölür insan? Kaç kitap öldürebilir beni? Daha kaç tane okumalıyım bunun için? Şehrin tam kalbine bırakmalıyım kendimi şehirler de insanlar gibi içlerinden geçip gittiğimi görmemeli. Ya da tüm günahları üst üste sıralamak ve uyumak, en sevilen günah en üstte… ‘’ Oysa kolay bir sanat değildir uyku:gün boyunca uyanık kalmak gerekir uğruna.’’ Nietzsche çek git beynimden. Tüm uykusuzluğum senin yüzünden ve en çok seni unutmak için içiyorum ben.


1 yorum:

  1. işte ben o bahsettiğin filmde, herkesi dinler gibi yaptığı, bir heykelin üzerine binmiş, insanların suratlarına tüm gerçekleri tokat gibi vuran ve onları kendi çukurlarında aydınlığa boğmak için kendini feda eden biriyim.

    YanıtlaSil